Hak Sureti Şiiri ve Açıklaması



Kenan Rifai “Hak Sureti” Şiiri ve Açıklaması:


Hâk sûretidir âlem-i imkân ile Âdem,
Bundan güzeli nerde ki, cennette mi sandın?   

               
(İnsanoğlu ile âlem, insanoğlundaki tüm âlemler; Hakk’ın birer suretidir. Bundan güzeli nerede ki cennette mi sandın?) 

Her yer ne güzel, menba-ı hüsn, insan güzeli!
Sende bu cemâli, huri gılmanda mı sandın? 



(Ey güzel insan! Her yer ne güzel, güzelliğinin kaynağını gösterir!  
 (Sen bu güzelliği cennet kızlarında erkeklerinde mi sandın?)
                             

Her yerde, fakat ârifin kalbindedir Allah,
Yoksa sen onu arz-u semâvâtta mı sandın?

 (Allah her yerde ama ârifin kalbinde,
 (Yoksa sen onu yüksek gökyüzünde, yerin derinliklerinde mi sandın?)


Dünyâ diyerek geçme sakın, burdadır her şey!
Mîzân ü Sırât’ı mutlakā orda mı sandın? 
                           
 (Dünyâ hayâtını küçümseme, aradığın her şey dünyadadır!
 (Sırat köprüsünü geçmeyi sâdece âhirette mi sandın?)

Cennet ve duzah, gamm ü sürûr, zulmet ile nûr,
Yaptıklarının gölgesi, hâriçte mi sandın?

 
(Cennet  ve cehennem, acılar, neşeler, karanlıklar ile aydınlıklar,
 Yaptıklarının gölgesi, bütün bu olup bitenlere bakıp da kendini sorumsuz mu sandın?)

Bilgin sana kıymet, talebin neyse osun sen!
İnsanlığı sâde yiyip içmekte mi sandın? 

(Bilgin sana kıymettir, hazinedir, neyi talep ediyorsan aslında sen o’sun!
 İnsan olmayı sadece yiyip içmekten ibaret mi sandın?)

Hâlin ne ise müşteri sen oldun o hâle,
Noksânı meğer adl-i İlâhîde mi sandın? 

(Halin ne ise yaptıklarınla bu hale sen müşteri oldun,
 Noksanlığı yoksa Allah’ın adaletinde mi sandın?)

Fikrim bu benim, virdim ise her lahzada âh!
Sen âh-ı ateş-sûzumu beyhûde mi sandın? 

(Ben böyle düşünüyorum, her an ah ederim!
 Sen bu ah edişin yangınını basit, boş bir hâl mi sandın?)

Yeniler her âh ile Ken’ân ahd-i Elest’i
Âhım acabâ nefha-ı hâyîde mi sandın? 

(Elest yeminini âh edişleriyle tekrar eder Ken’an
Acaba gelişi güzel söylenip de geçiliveren bir hâl mi sandın?)



Bu şiirin türü nutuktur, Bektaşi şiirinde çok geçer ama yalnızca Bektaşi şiirine özgü değildir. Nutuklarda genelde müride temel bilgiler verilir, tarikat adabından bahseder. Bu nutuk sandın redifiyle yazılmıştır. Şiire irdelemeden molla gözüyle bakılırsa resmen küfür görülür. Fakat bardak boş olmalı ki dolsun. Bundan sebep nutuğa o gözle yaklaşmamak gerekir. Giriş bölümünde alemle ilgili olan birinci beyitte alem tecelli ederek zuhura gelmiştir. Bu durumu İbn-i Arabi zuhur; Mevlana ise tecelli olarak ifade eder. Adem yoksa alem-i imkan neylesin. Şair burada ikini birden kullanmış. Alem ile Adem birlikteyken anlam içerir. Hak suretidir derken Allah’ ın bilemediğimiz tüm isimleriyle zuhur etmesidir. O isimler alem-i imkana dağılmıştır. Âlemdeki her maddede bir tecelli vardır ama insanda tüm o isimler zuhur etmiştir. İnsan bu güzelliğe mazhar olmuştur. İnsanda bütün isimleri tecellisi vardır. Ama her insanda bu tecelli derecesi bir değildir, insandan insana farklılık gösterir. Kimi insan hemen celallenirken kimi insan sakindir, olaylar karşısında hemen celallenmez. Sinirli insanlarda Allah’ ın celal ismi galebe çalmıştır. Kimi insanın sesi güzeldir, kimi insanın cemali. Kimi insan kusurları örtmede gece gibidir, affetmeyi sever, kimi insan kusurları açığa çıkarır, affetmez. Hz. Ali mizahı severken, Hz. Ömer celalli bir mizaca sahipmiş. Mizaç doğuştan gelen bir haslettir. İnsan mizacını değiştiremez. Sinirli mizaca sahip birinin bunu değiştirmesi çok zordur. Fakat derecesini azaltabilir.
Adem kelimesi İbranice “Adamoh” kelimesinden gelir. Topraktan olma ve kan manalarını içerir. “dam” kökü kan manasındadır. “Adam” kırmızı kil anlamındadır. Arapçadaki “humus” killi toprak, Latince “huma” insan demektir. Toprak dünyeviliğe işaret eder. Maddi aşkı kavramadan manevi aşkı anlayamayız.


Allah âdeme ruhundan ruh üflemiştir. Ruh bir sırdır. Onu biz bilmeyiz. Onun sırrını yalnız Allah bilir. Her ne kadar Allah’ ın sıfatları ile sıfatlanıyor olsak da bu eksik bir sıfatlanmadır.

İnsanın en büyük cehennemi kendi içindedir. Tasavvufta her şey güzeldir. Ama görmek gerekir. Görebilmek gerekir. İyi kötüye muhtaçtır. Kötü olmalı ki iyinin kıymeti bilinsin. Her şey zıttı ile kaimdir. Cennet ve cehennem ayrımı bu yüzden gereklidir. Bu alemde güzel görürsen orada da güzel görürsün. İnsan hesabını burada halletmeli ki hesap burada kapansın, oraya kalmasın. Tasavvufta an vardır. Geçmiş, geçip gitmiş. Gelecek ne getirir? belli değil. Bu imkan alemi içinde andan güzeli yoktur. Her şey yerli yerinde güzeldir. Tasavvuf edeptir. Var olanın olabilecek en güzel şey olduğunu bilmek gerekir. Burada adeta güzellik fışkırmaktadır. Bedeni zevkten hoşlanana cennet de vardır ama mesele bu değildir. Hurilere kavuşayım, cennete gireyim diye ibadet edilmemelidir. Allah’ ın cemali zaten bu alemde de fazlasıyla tecelli etmiştir.

3. Beyit: Allah, her yerdedir. Mekanla, zamanla sınırlandırılamaz. O, bize şah damarımızdan daha yakındır. İçimizdedir, gönlümüzdedir. Onu semada, gökte aramanın bir anlamı yoktur. O, alemlere sığmaz fakat mümin kulunun kalbindedir. Bu maddi anlamda kalp olarak anlaşılmamalıdır. Kalp bir remiz, semboldür. Biyolojik olarak kalbimizde bir enerji merkezi vardır. Küçük bir nokta kadardır. Bu küçük nokta enerjinin çıkış kaynağıdır. Mutasavvıflar kelam, fıkıh gibi ilimleri Allah’ la kulu uzaklaştırdığı gerekçesiyle benimsemez. Zahir ehli ve batın ehli farklı düşüncelere sahiptir. Bakış açıları farklıdır. Bir taraf Allah görünmez derken, bir taraf Allah görünür ama onun görünme şiddetiyle göremediğimizi ifade ederler. Şeriatla tasavvufun bu konuda bu şekilde görüş ayrılığı vardır. Hadis uleması birçok mutasavvıfın önemli saydığı hadisleri zayıf kabul eder. Yaradılış gereği insanlar Allah’ a yüce makamlar atfeder. Eski Türklerdeki Gök Tanrı inancı da böyledir. Allah’ ın gökte bulunduğu düşünülür.

4. Beyit: İslam tasavvufunda “hiçlik” kavramı vardır. Bu dünya varlık olarak hiçtir. Ama tecelli ilahinin gereği olarak vardır. Burada bir oyun oynanmaktadır. Burada yaptıklarımız oradaki yaşamımızı etkileyecektir. Asıl mizan ve sırat buradadır. Sen burada sırat köprüsünü geçecek amel işlemediysen orda zaten düşeceksin. Köprüyü geçip geçmeyeceğin burada belli olacaktır. İnsan kendi sıratını burada kurup geçip geçemeyeceğini kendine burada sormalıdır.

5. Beyit: Mutasavvıflar, Kur’an – ı Kerim’ de geçen şeytanın bir remiz –sembol olduğuna inanır. Şeytan olsa ne olur olmasa ne olur. Onların inancına göre, nefs-i emmare şeytanın simgesidir. Şeytan kötülüğün sembolüdür. Böyle olmasa ben yapmadım, benim dışımdaki şeytan yaptı diyerek insanların işin içinden sıyrılacağını ifade ederler. Bu inanca göre şeytan insanın içindedir. Herkesin şeytanı vardır yerine herkesin nefs-i emmaresi vardır, derler. Ahmet Eflaki de “Destur” isimli “Olur” redifli gazelinde; “ Sana direm iy dede sanma divi dünyada, nefs divin zabt iden dinde Süleyman olur” demekte şeytanın dünyada değil içimizde, nefsimizde olduğunu, nefs şeytanını yenen kişinin Süleyman Peygamber mertebesinde olacağını söyler.

6. Beyit: Buradaki bilgi Marifetullah’ tır (Allah’ı tanıma bilgisi). Neyi talep ediyorsan onun içinde gizlisindir. Niyetler senin aynandır. Mutasavvıf aşk-ı ilahiyi ister. Maksat cennete girmek değil Allah’ a kavuşmaktır. İnsanlığı yiyip içmede mi sandın derken yalnızca talebelerine değil bizlere de sesleniyor. Öğüt veriyor. Talep etmek önemlidir. Talebe ile öğrenci aynı şey değildir. Talep eden sadece bilgiyi değil; edebi, adabı, görgüyü de talep eder. Talebe, öğrenciye göre daha vasıflıdır. Talep etmenin, talebe olmanın yaşı yoktur. Yetmiş yaşındaki İzmirli Ahmet Ayhan ALTINKUŞLAR “Ben talep ede ede oldum talebe dede” der. Yunus Emre ve Taptuk Emre arasındaki hoca – talebe ilişkisi de böyledir.



7. Beyit: İşlediğin suçlar sendendir. Kendini salma. Eksikliği kendinde ara. Edep, edep illa edep. Her şeyi edep çerçevesinde yap. Her yaptığının eylem bu dünyada karşılık bulur. Allah işini abd eliyle eyler. Allah’ ın sopası yoktur sözü de buradan gelir. . İnsan insanın kurdudur. Burada çok ince bir sınır vardır. Bu sınırı mutasavvıflar akli çizgilerle kesin olarak çizmezler. Benden kötü olan eylemleri işletme, diye dua ederler. Mutasavvıf sufi hiçbir eylemin kendiliğinden olmadığını bilir. Her şeyin Allah tarafından işlendiğini bilir. Edep her şeyin Allah tarafından geldiğini bilmektir. Fiiller bana ait değil ama kötü fiiller benden çıkarsa ceza Allah’ ın takdiridir. Burada tam bir teslimiyet vardır. Adl-i ilahi önemlidir. Tasavvufta kötü diye bir kavram yoktur. Her şey iyidir. Celallenmek bile güzeldir zira Allah’ ın bir tecellisidir. Hastalanmak bile güzeldir, günahlara kefalettir. Mutasavvıflar hastalanmayınca kendilerinde suç ararlarmış zira aşık ile maşuk arasındaki ilişkiyi düşünürlermiş. Kişi sevdiği ile ilgilenir. Bu dünya bir tiyatrodur. Kimi prenses olur, kimi hizmetçi. Ama bunların hiçbir önemi yoktur. Önemli olan sana biçilen rol neyse o rolü en iyi yapmaktır. Mutasavvıf bunu zaten baştan kabul etmiştir. Bu nedenle herkes mutasavvıf olamaz.



8. Beyit: Şair, bu bölüme kadar fikrini açıkladı. Vird ah’tır. Allah zikrini işaret eder Her an Allah’ ı zihninde tutmak, her fiilin Allah’ ın fiili olduğunu şuurda tutmak. Yoksa sadece dillek ikrar neye yarar. Her lahzada ah verdim derken her an Allah’ ın tecellisinin mazharı olduğunun farkında olma durumu vardır. Bunu yanlış anlayan oturur, dünyadan elini eteğini çeker, kendini sürekli ibadete verir. Dinimizde böyle bir anlayış yoktur. Hadis-i Şerifte “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın” buyrulmaktadır. Azalarımızın her biri kendi zikrini yapmaktadır. Mühim olan senin şuurundur. Bütün mevcudatın Allah’ ı zikrettiği unutulmamalıdır. Bizler zaferle değil seferle mükellefiz. Zahid; “İnsan Allah’ ı zikrederse Allah onu yakmaz” der. Mutasavvıf ise; “Sen her an Allah’ ın varlığının şuurunda olursan içindeki cehennem de biter” der. Tasavvufta keşke demek bir küfürdür. Allah’ ın yaptığı bir şeyi beğenmemek olarak kabul edilir. Bunlar edeple ilgili olan şeylerdir. İnce düşünmektir. Ateşleri yakan içimizdeki ateştir. Beyitte geçen beyhude kelimesi mutasavvıfları anlamayanlar için söylenmiştir.  İnsanların çoğu ikilik dünyasında yaşar. Bilimsel düşünce böyledir. Mutasavvıf da normal hayatında bu ikiliklere uyar.

9. Beyit: Sabır bile aslında düşük bir mertebedir. Önemli olan sabrı zevk haline getirmektir. Katlanmak ve sabır farklı kavramlardır. Her mutasavvıf bile sabır ehli olamaz. Elest bezmi sabrı zevk haline getirmeyi başarmıştır. Kenan yani şair her fiilde bu “Ben sizin rabbiniz değilmiyim?” sorusunu sürekli tekrar eder ve tekrar tekrar cevap verir. Burada bir teslimiyet vardır. Nefha-yı habide derken derin bir gaflet uykusundan bahsediyor, teşbih yapıyor. Acaba benim ahımı bu şuurluluk halimi, teslimiyetimi gaflette olan bir hali mi zannettin, ben bunu zevkle yapıyorum diyor. Bu nutukta tam bir bilinçlilik hali vardır. Harika bilinç anlayışı ile söylenmiştir.

Aşağıdaki video üzerinden youtube aracılığıyla şiirin seslendirilmiş halini dinleyebilirsiniz.







Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.